Ülkeyi bölünmeye kadar götürebilir, asla imzalanmamalı!
Yeniden Refah Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Doğan Aydal, "Sözde çevre duyarlılığı ile ilgili görünen AB sözleşmeleri ESPOO ve AARHUS, ülkeyi bölünmeye kadar götürebilecek kadar tehlikeli ön sözleşmelerdir." uyarısında bulundu. AR-GE'den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Aydal'ın yazılı açıklaması şöyle:
"ESPOO (ÇED) SÖZLEŞMESİ, sözleşmeyi imzalayan taraf ülkelerin belirli yatırım faaliyetlerinin çevresel etkilerini planlamalarının erken bir aşamasında, birlikte değerlendirme yükümlülüklerini ortaya koymaktadır. Ayrıca, devletlerin, Olumsuz çevresel etkiye sahip olması muhtemel bütün önemli projeleri birbirlerine bildirme ve danışma yükümlülüğünü getirmektedir. Adı, çevre ile başladığı için oldukça masum görünen ve AB ülkeleri için çok da önemli olmayan bu sözleşme, Türkiye için kolonileşmenin başlangıcıdır. Ülkemizi bölünmeye kadar götürecek olan ön sözleşmelerdir.
AB-ESPOO SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ (SÇD), her AB üyesi devletin, ulusal sınırları içinde bulunan nehir havzalarının yönetim planlarını hazırlamalarını AB topraklarının dışına uzanan “uluslararası!” nehir havzalarında ise ilgili devletlerle tek bir nehir havzası yönetim planı oluşturmak için çaba harcamalarını, bunun mümkün olmaması durumunda; havza planlarını, nehirlerin kendi topraklarındaki bölümü için hazırlamasını ve AB komisyonuna iletmesini öngörmektedir. Nehir havzası yönetiminde AB ülkeleri arasında işbirliği zorunluluğu getirilmektedir. AB üyesi olmayan ülkelerle uygun eşgüdümün kurulması için çalışılmasına yer vermektedir. ESPOO sözleşmesi sadece suya odaklı sözleşmeler olmayıp, suya dayalı projeleri ilgilendiren (baraj yapıları, yer altı suyu çekim işlemleri vb.) hükümleri de bulunmaktadır."
Bu sözleşme akarsularımızın yönetimini AB'ye bağlıyor!
Bu sözleşmenin akarsularımızın yönetimini AB'ye bırakmak anlamına geldiğini kaydeden Aydal,"AB, özellikle sınırı aşan sularımızın yönetiminin AB’ye devredilmesini ve bu nehirlerin bulunduğu havzalarda yapılacak yatırımları AB İZNİNE bağlamamızı istemektedir. Daha da ileriye giderek, bu nehirler ile ilgili proje hazırlarken Sınır ötesindeki ülke ve/veya ülkeler ile anlaşmamızı da istemektedir. Yani Fırat için Irak ve Suriye; Dicle için, Suriye ve yeni güney komşumuz, yakın zamanda ABD desteğiyle Devlet olması an meselesi olan PYD-PKK oluşumu ile anlaşmayı tavsiye etmektedir. Tabii Çoruh nehri için Gürcistan, Aras Nehri için, Türkiye, Azerbaycan, İran, Ermenistan uzlaşmasını, Arpaçay için Ermenistan ile uzlaşmamızı istemektedir." şeklinde konuştu.
TERÖR ÖRGÜTÜ PKK TEHLİKESİNE DİKKAT!
AARHUS SÖZLEŞMESİ'nin tehlikesine de dikkat çeken Aydal, değerlendirmesini şöyle sürdürdü:
"Bu sözleşme Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE) 25 HAZİRAN 1998 tarihinde DANİMARKA'NIN AARHUS şehrinde 4. Bakanlar Konferansı'nda "Avrupa için çevre" sürecinin bir parçası olarak kabul edildi ve 30 Ekim 2001'de yürürlüğe girdi. AARHUS sözleşmesi; Çevresel konularda bilgiye erişim, çevresel karar verme sürecine halkın katılımı ve yargıya başvuru sözleşmesidir. Konu bu şekli ile ortaya konulduğunda AB üyesi ülkeler için hiçbir tehlike oluşturmadığı gibi, oldukça izi bir sözleşme olduğu söylenebilir. Ancak konu Türkiye özeline geldiğinde durum oldukça farklılaşacaktır.
Mevcut Hükümet ve/veya gelecekteki Hükümetlerden biri bu bölgelerde yatırım kararı aldığında PKK sempatizanı birçok kişi veya STK’nın ertesi gün mahkeme kapısına koşacaklarını rahatlıkla tahmin edebiliriz. Mahkemeler Devlet lehine olumlu sonuçlansa bile başka kişiler tarafından yeniden mahkemeye müracaat edileceğinden bu bölgelerde hiçbir yatırım yapılamayacaktır. Yatırım yapılamayan Bölgelerde işsizlik, yoksulluk artacak ve bedelini önce Hükümetler sonra Türkiye bölünerek ödeyecektir. AB’nin AB ortaklığı için bu sözleşmeleri öncelikle imzalamamızı istemesinin sebebi budur."
HÜKÜMET BU SÖZLEŞMELERİ İMZALAMAMA KARARLILIĞINI DEVAM ETTİRMELİ
'Türkiye için İntihar hükmünde olan bu sözleşmeleri şu ana kadar imzalamayan Hükümetimizin bu kararlılığını takdire şayan diyen Aydal, bu kararlılığı sürdürme çağrısında bulunarak, "CHP’nin 24 Temmuz 2014 tarihinde Sayın Sezgin Tanrıkulu aracılığıyla Mecliste Dönemin Dış İşleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’na “bu sözleşmeler neden imzalanmadı” şeklinde sorduğu soruya da anlam vermekte zorluk çekiyoruz. Bu görüş inşallah CHP’nin genel tavrı değildir." ifadelerini kullandı.