ANKARA - BHA
-Türkiye, Denetimli Serbestlikte Artık Öğreten Ülkeler Arasında
Cezaevlerinde görüntülü iletişimde 392 milyon görüşme yapıldı; Suistimal edenin görüntülü görüşme hakkını suiistimal derecesine göre kısıtlayabiliyor veya kaldırabiliyoruz.
-Cezaevlerinde 435 bin kişi var: Türkiye cezasızlık ülkesi değil, Avrupa’nın en sert ceza politikalarından birini uyguluyoruz
-Dört duvar şart değil: Dijital izleme ile infazın geleceği toplum içinde gerçekleşecek
-Sistematik kötü muamele mümkün değil; En inandırıcı olmayan iddia bile soruşturuluyor
-Cezaevlerinde kural kişiye göre değil, riske göre uygulanır
Yıldırım, Türkiye’nin artık denetimli serbestlik alanında “öğreten ülkeler” seviyesine yükseldiğini belirterek; cezaevlerinde yapılan 392 milyon görüntülü görüşmeden, elektronik izleme yöntemleriyle infazın geleceğine, 435 bin kişilik cezaevi mevcudundan, uygulanan kurallara kadar birçok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Genel Müdür Yıldırım, ceza infaz kurumlarında temel yaklaşımın ‘kişiye göre değil, riske göre’ işlediğini vurgulayarak, Türkiye’nin son yıllarda hem ulusal hem uluslararası arenada güçlü bir infaz sistemi inşa ettiğini ifade etti.

BHA: Türk denetimli serbestlik sisteminin 20. yılı dolayısıyla, bu süreçte gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Enis Yavuz Yıldırım:
Denetimli serbestlik kurumu bizim hukuk sistemimize 2005 yılında girdi. 2005 yılında malumunuz olduğu üzere ceza adalet sistemimizde çok büyük bir reform gerçekleşti. Ceza adalet sisteminin üç önemli ayağı olan Türk Ceza Kanunu’nda, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve İnfaz Kanunu’nda köklü değişiklikler oldu. Denetimli serbestlik de bu değişiklikler içerisinde bizim hukuk sistemimize girmiş oldu.
Avrupa’daki gelişmiş hukuk sistemlerindeki muadillerine baktığımızda, denetimli serbestlik yüzyılı aşkın süredir uygulanan bir sistem. Uygulama itibarıyla esasen bizim kültürümüzde, bizim medeniyetimizde de geçmişten bu yana benzer uygulamalarını gördüğümüz bir yapı bu. Ancak o dönemlerde yasal bir çatı altında değil, sistemin içerisinde dağınık ve muhtelif uygulamalar şeklinde vardı. Denetimli serbestlik, bizim medeniyetimize de uygun bir yaklaşım olması itibarıyla, hukuk sistemimize girdikten sonra çok hızlı bir şekilde kabul gördü ve yerleşti.
BHA: Kamuoyunda zaman zaman denetimli serbestliğin “cezasızlık” veya “salıverme” gibi algılandığı tartışmaları oluyor. Bu hususu nasıl açıklarsınız?
“Kamuoyu denetimli serbestliği bazen salıverilme ile karıştırıyor; biz sistemdeki bir boşluğu doldurduk”
Yıldırım:
Bizim şartla tahliye ile “hakkın tahliyesi” arasındaki sürede infaz sistemimizde bir boşluk vardı. Kişiyi cezaevinden şartla tahliye ile çıkartıyorduk. Bu kişi, yeniden suç işlemezse, tekrar cezaevine geri alınmadan bu süreyi tamamen serbest bir şekilde geçiriyordu. Kamuoyu denetimli serbestliği bazen sadece salıverilme ile karıştırıyor ama biz denetimli serbestlik kurumunu getirerek, aslında tam da bu aradaki boşluğu doldurmuş olduk.
Yani şartla tahliye ile bir hakkın tahliye arasında kişiye, sosyal hayata hazırlanma sürecinde, sosyal hayata entegrasyon sürecinde rehberlik yapmış olduk denetimli serbestlik üzerinden. Bu müessesenin kendisini geliştirmesi, uygulamalarını olgunlaştırması için elbette uzun zamanlara ihtiyaç vardı. Ama 20 yıl içerisinde Türkiye, kendi dinamikleriyle, kendi refleksleriyle hakikaten diğer gelişmiş hukuk sistemleriyle arasındaki farkı büyük ölçüde kapattı.
Bunu sadece biz söylemiyoruz; Avrupa Denetimli Serbestlik Konfederasyonu Genel Sekreteri de sistemimizi aynı şekilde tespit ediyor ve takdir ediyor.
“Denetimli serbestlik, yargıyı suçun önlenmesi alanına sokuyor”
BHA: Denetimli serbestlik kurumunun, cezaların infazı dışında, suçun önlenmesi üzerindeki etkisi nedir?
Yıldırım:
Denetimli serbestliğin en önemli özelliklerinden birisi de yargıyı, suçun önlenme alanına da sokmasıdır. Bu, çok vurgulanan bir özellik değil ama son derece kıymetli. Normalde önleyici tedbirler, ağırlıklı olarak idarenin ve farklı bakanlıkların uhdesinde yürütülür. Yargı ise çoğunlukla suç işlendikten sonraki safhada devreye girer. Ancak denetimli serbestlik, suçun tekrarını önleme fonksiyonu itibarıyla, suçun önlenmesi alanında da faaliyet gösteriyor.
Kişileri tekrar suçtan uzaklaştırma, suç tekrarından uzaklaştırma konusunda ciddi çalışmalar yapılıyor. Gelişmiş infaz sistemlerinin başarısı, suçun tekrarının önlenmesiyle doğru orantılıdır. Bugün bu perspektiften baktığımızda, Türk denetimli serbestlik sistemi hem saha uygulamaları hem de uzman kadrolarıyla bu hedefe çok önemli katkılar sunuyor.
2005 yılında 1000 kişiyle yola çıkıldı. Bugün 6300 kişi bu alanda hizmet veriyor. Psikologlarımız, sosyologlarımız, sosyal çalışmacılarımız, öğretmenlerimiz, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vaizleri, Milli Eğitim Bakanlığı ile yaptığımız protokoller çerçevesinde halk eğitim merkezlerinden gelen hocalarımız… Hepsi bu sistemin bir parçası. Denetimli serbestlik bugün Türkiye’de infaz sistemimizin olmazsa olmaz bir parçası haline gelmiştir.
“Dijital çağda infaz: Artık bir kişiyi dört duvar arasında tutma zorunluluğu yok”
BHA: İnfaz sisteminin geleceğine baktığınızda denetimli serbestliği nerede görüyorsunuz?
Yıldırım:
Denetimli serbestlik, infaz sisteminin geleceğinde çok daha geniş bir alana yayılacaktır. Çok daha etkili bir mekanizma olacaktır. Bunu sadece temenni olarak söylemiyorum, dijital gelişmelere dayanarak söylüyorum. Artık dijital sistemler, kişinin hürriyetinin kısıtlanırken mutlaka dört duvar arasında tutulmasını zorunlu kılmıyor.
Elektronik kelepçe olarak bildiğiniz elektronik izleme sistemleriyle, çeşitli dijital kısıtlama mekanizmalarıyla artık bir kişiyi hapsetmek için illa klasik cezaevi duvarlarına ihtiyacınız yok. Dünyada da eğilim bu yönde; kişiyi toplum içinde, denetimli ve kontrollü bir şekilde infaz etmeye doğru gidiliyor. Bizim infaz sistemimizin bütünü de bu dinamizmden payını alıyor.
Ceza infaz sistemimize genel olarak baktığınızda, 2000’li yılların başından itibaren çok büyük bir reformdan, çok büyük bir dönüşümden ve aslında çok önemli bir başarı hikayesinden söz ediyoruz. Ceza infaz alanı biraz mahrem bir alan olduğu için kamuoyu bu başarı hikayesini savunma sanayii kadar yakından takip edemiyor. Ama inanın, savunma sanayiinde nasıl bir başarı hikayemiz varsa ceza infaz alanında da ona benzer bir başarı hikayesi var.
Türkiye, 2000’li yılların başından bu yana 314’ün üzerinde ceza infaz kurumu inşa etmiştir. Aynı dönemde, koşulları eskimiş, insani standartları taşımayan 410 civarında ceza infaz kurumunu da kapatmıştır. Devletimiz bu alana çok ciddi kaynak ayırmış, daha insani koşulların tesisine büyük önem vermiştir.
“Türkiye, infaz alanında artık ödül alan değil, aynı zamanda standart belirleyen bir ülke”
BHA: Türkiye’nin infaz ve denetimli serbestlik alanındaki uluslararası konumu nedir? Son yıllarda alınan ödüller ne anlatıyor?
Yıldırım:
Sorunlarımız elbette var; dünyadaki tüm infaz sistemlerinin var. Kalabalıklaşma baskısı, sağlıkla ilgili hassasiyetler, eğitimle ilgili ihtiyaçlar… Bunlar tüm ülkeler için geçerli. Ama biz meseleye şuradan bakıyoruz: Uluslararası alanda bizim pozisyonumuz nedir? Akreditasyonumuz nedir?
Bu çerçevede, 2022 yılından bu yana infaz alanında iki dünya, bir Avrupa ödülü aldık.
– 2022 yılında Dünya Cezaevleri Birliği’nin Orlando’daki toplantısında, “iyileştirme (rehabilitasyon)” kategorisinde mükemmeliyet ödülünü aldık.
– 2024 yılında Singapur’da yine Dünya Cezaevleri Birliği’nin sağlık alanında, uzaktan psikososyal servis müdahaleleriyle ilgili mükemmeliyet ödülünü aldık.
– Bu sene Avrupa’da, Polonya’da Avrupa Cezaevleri Birliği’nin, EuroPris’in 2025 yılı başarı ödülünü Türkiye olarak biz aldık.
Yaklaşık bir ay önce Viyana’da, Avrupa Denetimli Serbestlik Konfederasyonu’nun tarihinde ilk defa bir ülkeye verdiği takdirname belgesini de Türkiye aldı. Bu takdirnameyi özellikle denetimli serbestlik sistemimizdeki “Adalet Ormanları” uygulamamız üzerinden verdiler. Yaklaşık 3 milyon ağaç diktik. Bu çalışmalarımız, Avrupa denetimli serbestlik sisteminin “yeşil denetimli serbestlik” diye yeni bir kategori oluşturmasına vesile oldu. Önümüzdeki yıldan itibaren bu alanda ayrıca ödüller verilmeye başlanacak.
Bu ödüller sadece bugünkü yöneticilerin gayreti değil, 20 yıldır bu alana emek veren herkesin ortak başarısıdır. Aynı zamanda Türk infaz sisteminin uluslararası sahada akredite olduğunun, saygın olduğunun da bir göstergesidir.
“Ceza infaz kurumlarında 435 bin kişi var; Türkiye cezasızlık ülkesi değil, uyuşturucuda Avrupa’nın en sert ülkelerinden biriyiz”
BHA: Zaman zaman kamuoyunda “cezasızlık” eleştirileri yapılıyor. “Suçların cezasız kaldığı” yönünde bir algı var. Siz bu eleştirilere ne diyorsunuz?
Yıldırım:
Bugün itibariyle Türkiye ceza infaz kurumlarında 435 bin civarında kişi var. Bu sayı, aslında başlı başına bir şeyi söylüyor: Türkiye’de “cezasızlık” diye bir durum yok. Bizim ülkemizde işlenen suçlara gerekli cezalar verilmektedir.
Türkiye, birçok Avrupa ülkesine kıyasla daha sert bir ceza politikası uygulayan bir ülkedir. Özellikle uyuşturucu madde suçlarında bunu çok net görüyoruz. Cezaevlerimizde bulunanların yaklaşık üçte biri maddeye bağlı suçlardan dolayı içeride. Avrupa ülkelerine baktığınızda, uyuşturucu konusunda özellikle kullanıcılar açısından çok daha düşük yaptırımlar, hatta bazı ülkelerde hiç ceza verilmediğini veya para cezası ile geçiştirildiğini görebiliyoruz.
Biz ise küçük miktarlı ticaretlerde bile 10–15 yıldan aşağı ceza öngörmüyoruz. Yurt dışından gelen bir kişi, cebinde bir içimlik uyuşturucuyu unutmuş olsa bile, ithal sayıldığı için 20 yıla kadar ceza ile karşılaşabiliyor. Bu bir tercih meselesi; bir eleştiri değil, politika tercihi. Dolayısıyla cezaevlerindeki mevcut artışı da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Şunu da özellikle ifade etmek istiyorum: Cezaevleri, daha çok insan cezaevine girsin diye yapılmaz. Nasıl hastaneleri daha çok insan hasta olsun diye yapmıyorsak, cezaevlerini de daha çok insan içeri girsin diye yapmıyoruz. Ama bir şekilde infaz sisteminin alanı içerisine girmiş hükümlü ve tutukluların, daha insani koşullarda bu yükümlülüklerini yerine getirmeleri için cezaevleri inşa ediyoruz.
“Kötü muamele iddialarında sıfır tolerans: En inandırıcı olmayan iddiayı bile inceliyoruz”
BHA: Geçmişte cezaevleri denince akla sıkça kötü muamele iddiaları gelirdi. Bugün tablo nedir?
Yıldırım:
Özellikle 80’li, 90’lı yıllarda ceza infaz sistemimizin gündeminde kötü muamele iddiaları çok önemli yer tutuyordu. İnanın, bugün bu konu gündemimizin en alt sıralarında bile değil. Bu, “hiç olmaz” demek değildir ama artık sistematik bir sorundan söz etmiyoruz.
Kötü muamele iddialarını son derece ciddiye alıyoruz. En inandırıcı olmayan iddiayı bile detaylarıyla inceliyoruz. Çünkü bu konularda rehavete yer yok. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konudaki çizgisi çok nettir. Sayın Bakanımız da defalarca “kötü muameleye sıfır tolerans” vurgusunda bulunmuştur. 87 bin personelimiz ve 435 bin hükümlü-tutuklumuz var. Bu kadar çok insanın olduğu yerde, insan doğası gereği kişisel hatalar olabilir. Burada önemli olan, sistemin bu hatalara nasıl tepki verdiğidir.
Biz hem ulusal hem uluslararası denetim mekanizmalarıyla sürekli denetlenen bir alanı yönetiyoruz. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT), Birleşmiş Milletler’in ilgili komiteleri, TBMM İnsan Hakları Komisyonu, onun alt komisyonları, başsavcılıklar, insan hakları kurulları, sivil izleme kurulları… Bunların tamamı cezaevlerini denetliyor. Bunun dışında bize gelen bireysel başvurular üzerinden de incelemeler yapıyoruz.
Yeni bir uygulamamız olan ACEP – görüntülü iletişim projesi ile hükümlü, odasında bulunan elektronik panel üzerinden hiçbir memuru aracı kılmaksızın doğrudan Bakanlık İletişim Merkezini arayabiliyor. Bu, içeriden dışarıya denetimsiz bir kanal açmak demek. Bu ancak özgüvenle yapılabilecek bir iştir. Ayrıca ziyaretçi alanlarına şikayet kutuları yerleştirdik; bu kutular savcılar tarafından açılıyor. Amacımız, “olmuyor varsayalım” diye değil, “olmaması için sürekli kontrol edelim” diye hareket etmektir.
Bu sebeple gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki: Ceza infaz kurumlarımızda sistematik kötü muamele olması mümkün değildir.
“Görüntülü iletişimde 392 milyon görüşme, suistimal edenlerin hakkı derhal kesiliyor”
BHA: Son dönemde görüntülü görüşme ve dijital iletişim sistemleri de gündemde. Bu sistem nasıl çalışıyor, suistimallere karşı ne yapıyorsunuz?
Yıldırım:
Görüntülü iletişim sistemini yaklaşık 3 yıldır pilot uygulamalarla birlikte kullanıyoruz. Özünde şu: Ceza infaz kurumunda bulunan hükümlü ya da tutuklunun aile bağı kopmasın, aile içindeki varlığı tamamen ortadan kalkmasın istiyoruz. Ailelerin telefonlarına bir uygulama yüklüyoruz. Örneğin cezaevinde bulunan bir anne, çocuğunun okula gidişini takip edebiliyor. Bir baba, akşam ailesiyle oturup evin meselelerini, kızının özel durumunu, oğlunun işini konuşabiliyor.
Eskiden cezaevine giren birisi, 10 sene sonra çıkınca ne aile kalırdı ne çocuk. Şimdi görüntülü iletişimle çok daha insani, sosyal açıdan son derece onarıcı bir mekanizma kurulmuş durumda. Bugüne kadar 392 milyon görüntülü görüşme yapılmış. Bu görüşmelerin içerisinde çok büyük bir çoğunluğu aile bağlarını güçlendiren, aidiyeti koruyan son derece olumlu etkilere sahip.
Elbette birkaç kriminal tip de bu görüşmeleri kötüye kullanmaya çalışıyor; tehdit, örgütsel mesaj, suçu övme gibi. Sayıları 3–5 örnekten ibaret. Vatandaş şunu bilsin:
Görüntülü iletişimi suistimal eden herkesin bu hakkını derecesine göre kısıtlıyor veya kaldırabiliyoruz.
Gerekirse görüntülü iletişim imkanı olmayan cezaevlerine nakillerini gerçekleştiriyoruz. Haftada 30 dakika görüntülü görüşme hakkı var. Görüşebileceği kişiler önceden bildirilip inceleniyor, sistemde buton olarak karşısına çıkıyor; rastgele numara çevirip kimseyi arayamıyor. Görüşmeler kayıt altında, suç içeren görüşmelerde hem adli hem disiplin işlemleri yapılıyor.
Burada temel ilkemiz şu: Milyonlarca görüşme içerisinde birkaç kötüye kullanma sebebiyle çok insani bir yaklaşım olan ve binlerce ailenin yaralandığı aile bütünlüğünün ceza infaz kurumlarıda dahi korunmasına yardımcı olan sistemin bütününün tartışma haline getirilmesi doğru bir yaklaşım olmayacaktır.
“Cezaevi mucizevi bir dönüşüm merkezi değil ama binlerce uzmanla ıslah için çalışıyoruz”
BHA: Özellikle çocuk eğitim evleri ve tekrar suç işleme riski yüksek gruplar için ne tür çalışmalar yürütüyorsunuz? Cezaevi ne kadar “ıslah edici” olabilir?
Yıldırım:
Son dönemde çocuk eğitim evleri ve çocuk suçlular da kamuoyunda sıkça gündeme geliyor. Burada şunu çok net söylemek gerekiyor: Cezaevine girip 6 ay yattıktan sonra çıkan birinin tüm hayatının mucizevi bir şekilde değişmesini beklemek gerçekçi değil. Ceza infaz kurumlarının böyle büyülü bir ortamı yok.
Cezaevinde ne kadar “rahat ettirirseniz ettirin”, hürriyetten yoksun olmanın kendisi zaten ağırdır. Tanımadığınız insanlarla aynı odayı, aynı lavaboyu paylaşıyorsunuz. Bir hafta sonu evinizden çıkmamayı düşünün, ne kadar zorlandığınızı hatırlayın. Dolayısıyla cezaevi, en temel haliyle bile zor bir ortamdır.
Buna rağmen şunu da ifade etmek gerekiyor: Şu an itibarıyla cezaevlerinde çok sayıda uzmanımız, binlerce psikolog, sosyal çalışmacı, eğitimci, uluslararası programlarla uyumlu ve kendi ürettiğimiz yapılandırılmış programlarla iyileştirme faaliyetleri yürütüyor. Öfke kontrolü programlarından aile eğitimlerine, bağımlılıkla mücadelede samba gibi programlara kadar pek çok alanda hükümlüleri olumsuz alanlardan uzaklaştırmaya çalışıyoruz.
Ama insanı tamamen “dönüştürmek” çok iddialı bir hedef. Biz, dokunabildiğimiz kadar insana, dokunduğumuz oranda fayda üretmeyi hedefliyoruz. Suç dediğimiz olgu multidisipliner bir kavramdır. Bu alanda devletin tüm dinamiklerinin birlikte hareket edebileceği, projelerini ortak zeminde uygulayabileceği üst bir çatı yapılanmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
“Ceza ve Tevkifevleri, çok güçlü kurumsal reflekslere sahip; kişiye göre değil riske göre hareket ediyoruz”
BHA: Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün kurumsal yapısı, refleksi ve yönetim yaklaşımı hakkında neler söylersiniz?
Yıldırım:
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü, devlet sistemi içinde çok güçlü kurumsal yapılardan biridir. Kurumsal çizgileri, kırmızı çizgileri, gelenekleri olan, kurumsal birikimi son derece yüksek bir yapıdan söz ediyoruz. Ben 8 yıldır genel müdürlük görevini yürütüyorum, hâlâ teşkilatın kılcal damarlarını öğrenmeye devam ediyorum.
Bu alan, eğitimden bütçeye, asayişten psikososyal desteklere, projelerden ilişkiler yönetimine kadar çok boyutlu. Kurumsal yapı içerisinde geçmişten bu yana deneyimlerle oluşmuş, kişiye özel olmayan, standart uygulamalarımız var. Bir kişi güvenlik riski taşıyorsa, bu kişinin “önemli – önemsiz” oluşuyla ilgilenmeksizin kurumsal refleks ona göre çalışıyor. Örgütsel bir yapı içeriyorsa yine aynı şekilde.
Cezaevlerinin kapısından giren herkesin çeşitli yönleriyle analizini yapıyoruz. Öncelikle kişisel güvenliği, sonra suçun niteliği, ait olduğu örgütsel yapı, risk durumu… Biz mahkemelerin verdiği kararları infaz ediyoruz, yeniden yargılama yapmıyoruz. Bu çerçevede kişi hangi suça ilişkin sevk edilmişse, taşıdığı hassasiyetleri gözeterek onu ilgili cezaevine yerleştiriyoruz, irtibatlarını buna göre düzenliyoruz.
Zaman zaman dışarıdan bakıldığında, perspektife göre kimi “çok rahat” bulunduğumuz, kimi de “çok sert” bulunduğumuz yönünde yorumlar gelebiliyor. Biz tüm bu görüşlere bakıyoruz ama kurumsal çizgimizi, gelenek ve usullerimizi günlük tartışmalara göre değiştirmiyoruz.
Bugün cezaevlerinin çatısına çıkıp yangın çıkarılan, kitlesel isyanların yaşandığı günlerden çok uzaktayız. Bu da aslında infaz sistemimizin geldiği noktayı gösteren önemli bir işarettir.